T.C.
DANIŞTAY
15. DAİRE
ESAS NO:2013/11061
KARAR NO:2014/2456
İstemin Özeti : İstanbul 6. İdare Mahkemesi'nin 10/02/2011 tarih ve E:2006/624; K:2011/190 sayılı kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti :Temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi :
Düşüncesi :Anayasa Mahkemesi'nin 22.11.2007 tarih ve E:2004/114 , K:2007/85 sayılı kararı'na göre; sağlık hizmetleri nitelikleri gereği diğer kamu hizmetlerinden farklıdır. Sağlık hizmetinin temel hedefi olan insan sağlığı sorunu, ertelenemez ve ikame edilemez. Bilime dayalı olması gereken tanı ve tedavi metotlarının insan yararına sürekli yenilik ve gelişme göstermesi, hizmet kalite ve beklentilerini çağın koşullarına yaklaştırmayı gerektirmektedir. Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları'nın 13. maddesinde, tıbbi hata tanımlanmaktadır. Tıp biliminin standartlarına ve tecrübelere göre gerekli olan özenin bulunmadığı ve bu nedenle de olaya uygun gözükmeyen her türlü hekim müdahalesi tıbbi uygulama hatası (malpraktis) olarak anlaşılmaktadır. Dosyadaki bilgi ve belgeler incelendiğinde; hastanın uygulanan tedavi metodunun riskleri konusunda aydınlatıldığına ilişkin belgeye rastlanmaması ve Adli Tıp Kurumu raporunda yer alan " bu sonuçların gebeyle yeteri şekilde değerlendirip değerlendirmediği ve amniosentez yapmama kararının müşterek alınıp alınmadığı hususunun mahkemenin takdirine bırakıldığı ..." ifadesi göz önüne alındığında davacıların yeterince aydınlatılmamış oldukları anlaşılmaktadır. Bu eksiklik davacının gebeliği sonlandırma hakkını ihlal etmektedir.Anayasanın 125. maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır. Manevi tazminat, evrensel hukukta eski kalıplarından çıkarılarak caydırıcılık unsuru da ön plana alınmaktadır. Gelişen hukuktaki bu yaklaşım, kişilerin bedenine ve ruhuna karşı yöneltilen haksız eylemlerde, tatmin olma duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranlarda manevi tazminat takdir edilmesi gereğini de ortaya koymakta ve vücut bütünlüğü yanında ruh sağlığını da içeren kişi haklarının önemini vurgulamaktadır.Bu durumda, bebeğin down sendromlu olarak dünyaya gelmesine hekimin uygulamalarının gereken aydınlatma yükümlülüğünün ihlali ile sebebiyet verildiği açık olduğundan davacı tarafın tazmin talebinin karşılanması gerekecektir. Açıklanan nedenlerle davacı tarafın temyiz isteminin kabulüyle İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi'nce tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü: Dava; davacılardan ......... ın hamilelik sürecinde kontrol ve tetkiklerinin yapıldığı İstanbul Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde sunulan sağlık hizmetinin kusurlu işletildiğinden bahisle "Down Sendromlu" bebek dünyaya getirmesine sebebiyet verildiği, gerekli aydınlatmanın yapılmadığı, bu durumun hizmet kusuru olduğu ileri sürülerek 300.000 TL maddi, 100.000 TL manevi zararın davalı idareden tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.İstanbul 6. İdare Mahkemesi'ce; dava konusu olayda hizmet kusuru bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla Adli Tıp Kurumu nezdinde yaptırılan ve hükme esas alınabilecek nitelikte bulunan bilirkişi raporu dikkate alınarak, olayda hizmet kusuru ve ihmal bulunmadığı, dolayısıyla idarenin tazmin yükümlülüğü olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek, anılan İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir. Anayasanın 125. maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır. İdarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.
İdare Mahkemesi Kararının Maddi Tazminatın Reddine İlişkin Kısmının İncelenmesi;
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "kararın bozulması" başlıklı 49. maddesinin 1. fıkrasında; temyiz incelemesi sonucu Danıştayın; a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması, b) Hukuka aykırı karar verilmesi c) Usul hükümlerine uyulmamış olunması sebeplerinden dolayı incelenen kararı bozacağı kuralına yer verilmiştir.Dosyadaki belgeler ile temyiz dilekçesindeki iddiaların incelenmesinden, temyiz istemine konu kararın maddi tazminatın reddine ilişkin kısmının bozulmasını gerektirecek yasal bir sebebin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.Bu durumda davacı tarafın, mahkeme kararının maddi tazminatın reddine ilişkin kısmının bozulması talebinin reddi gerekecektir.
İdare Mahkemesi Kararının Manevi Tazminatın Reddine İlişkin Kısmının İncelenmesi;
Manevi tazminat, idari eylem veya işlem nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa karşılamaya yönelik bir manevi tatmin aracıdır. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın, zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek miktarın aynı zamanda idarenin kusurunun ağırlığını ortaya koyacak bir miktarda olması gerekmektedir.
Dosyadaki bilgi ve belgeler incelendiğinde;
1-Davacılardan .........., 16.09.2004 tarihinde Özel Kayışdağı Darülaceze Polikliniğinde yapılan tetkik sonucu gebe olduğunu öğrenmiştir.
2-Gebe olduğunun öğrenilmesinden itibaren aynı gün başvurulan Özel Sonomed Görüntüleme Merkezi'nde davacıya bebeğin down sendromlu olup olmadığını belirlemek için " İlk Trimester trisomy 21 " adlı test yapılmıştır. Test sonucunu içeren rapora göre; " yaş riskinin 1:797 , T21 riskinin(NT olmadan) 1:60 olduğu, Ense kalınlığı- T21 riskinin(NT ile) 1:11 ve pozitif " olduğu değerlendirilmiştir.
3-Sonuçtan emin olmak için Kaynarca Nene Hatun Kliniği'ne başvuran davacılar, burada kadın hastalıkları ve doğum uzmanı doktor ............. tarafından karşılanmışlardır. Doktor .........., olayla ilgili verdiği 27.12.2005 tarihli ifadede özetle olayı şöyle anlatmıştır; " ... Önceki testlerin pozitif çıkması üzerine, hastanın test sonuçları 25.09.2004 tarafımdan değerlendirilmiştir. Hastanın endişelerini göz önünde bulundurarak, hastaya teste ilişkin duyduğu şüpheyi giderebilmesi için, ilk üç ay down sendromu tarama testini, çalıştığım kurum olan Kartal Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde uygun koşullarda yaptırabileceğimi söyleyerek gebe ...........'ı hastaneye davet ettim. Böylece hem özel bir laboratuarda yapılan tetkikin doğruluğunu kontrol etmek hem de uygun şartlarda ve uygun teknik ile ultrasonografik ense kalınlığı ölçümünü gerçekleştirerek hastanın daha iyi bir sağlık hizmeti almasını sağlamaya çalıştım... Hastayı 11-14 hafta biyokimyasal tarama amacıyla ikili tarama testi isteyerek kan vermek üzere laboratuara yönlendirdim.Test sonucu ortaya çıkan değerlere göre hastanın down sendromlu çocuk doğurma ihtimali prisca 4 formunda 1:438 olarak çıkmış ve bu sonuç negatif olarak kabul edilmiştir... Hastanın tarafıma test sonuçlarını alamadığını iddia ederek gelmesi, birinci üç ay testinin tekrarlanması için geç olduğundan, hastaya yine aynı amaçla yapılan ve 16.-20. Haftalarda uygulanan ikinci üç ay down sendromu tarama testi veya diğer bir adıyla üçlü tarama testi önerilmiştir... Bu testin sonucunda gebenin down sendromlu bebek doğurma riski 1:2124 olarak bulunmuştur. Bu test sonucunda da bilgilendirme yapılmış, testin negatif olmasının ne anlama geldiği, down sendromlu bebek taşıma riskinin sıfır olmadığı, riskin bu denli düşük olduğunda amniosentez yapmanın hasta ve bebek için daha fazla risk oluşturduğu, ancak hasta yine de isterse amniosentez yapılabileceği izah edilmiştir.
4-Davacı Özel Delta Hastanesi'nde 11.03.2005 tarihinde bebeğini dünyaya getirmiştir. Doğumdan sonra bebeğin down sendromlu olduğu anlaşılmıştır.
5- Davacı taraf, gerekli bilgilendirmenin yapılmadığını, amniosentez testinin yapılmayarak gebeliği sonlandırma haklarının ellerinden alındığını, bu uygulamaların tıp kurallarına uygun olmadığını ifade ederek oluştuğu ileri sürülen maddi ve manevi tazminat talebiyle bakmakta olduğumuz davayı açmışlardır.
6-Kartal Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi biyokimya şefi Doktor ......... imzalı ve 27.12.2005 tarihli Başhekimlik makamına sunulan yazıya göre; " ... USG tarihi 28.09.2004, CRL 80 mm, CRL'ye göre gebelik haftası 13+5, ense kalınlığı 2.2 mm (1.14 MoM) bilgileri girilmiş olsa idi; ikili test (biyokimyasal risk) 1:189 ,Biyokimyasal risk + NT 1:438 olarak bulunacaktı ... Testler tarama amaçlıdır. Gebeler için risk grubunu tespit eder. Kesin tanı için amniosentez endikasyonu koydurur."
7-Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu tarafından olayla ilgili hazırlanan 20 Ekim 2008 tarih ve 7528 karar numaralı rapora göre; " ... ..........' a 16.09.2004 tarihinde özel bir klinikte yapılan USG' de ikili test istendiği, yapılan testte Trizomi 21 (Down Sendromu) riskinin 1:11(+) olarak geldiği bunun üzerine hastanın Dr......' ye başvurduğu, doktor tarafından istenen ilk üç aylık dönem ve ikinci üç aylık dönemde yaptırdığı testlerin sonuçlarına ve yaptığı USG bulgularına göre amniyosentez endikasyonu olmamakla birlikte ilk üç aylık dönemde yapılan testin down sendromu yakalama gücü % 80, ikinci üç aylık dönemde yapılan testin ise down sendromu yakalama gücünün % 70 olduğundan bu vakada down sendromunun dışlanamayacağı, kişiye amniosentez önerilmesinin daha uygun olacağı ..." hususunun mütalaa edildiği görülmektedir.
8-Adli Tıp Kurumu olayla ilgili hazırlanan 28.12.2009 günlü, 11092 sayılı ek raporda özetle; " ... Down tarama testleri konusunda bilgilendirilmesinin güncel tebabet uygulamalarının içinde olduğu, tarama testlerinin Sağlık Bakanlığı tarafından uygulanması zorunlu bir tetkik olarak bildirilmediği, bu testin yapılması durumunda doğacak bebekte "Down Sendromu vardır veya yoktur" şeklinde kesin bir sonuca gitmenin mümkün olmadığı, tarama testlerini annenin yaşı, hormonal değerleri ve testin özelliğine göre USG sonuçlarının gözönüne alarak bir risk oranı belirlendiği, oranın istatistikleri ışığında risk sınırın üstünde bir değer göstermesi durumunda amniosentez gibi ileri tetkiklerin % 1 oranında düşük riski olduğu, tarama testlerinin sonuçlarının risk sınırı üzerine çıkması durumunda bebekte mutlaka down sendromu olduğu anlamına gelmeyeceği gibi risk sınırının altında olduğu durumlarda da bebekte down sendromu görülebileceği, test sonucunun yukarıda sözü edilen parametrelere göre kaç gebenin birinde karşılaşabileceğini gösterdiği, Dr. .....' nin istediği 28.09.2004 tarihli ikili test, üçlü test ve kendisinin yaptığı USG sonuçlarına göre düşük riskli grupta olduğu ve amniosentez gerekliliği bulunmadığı kararına varıldığı, bunun üzerine ancak kişiye SONOMED görüntüleme merkezinde yapılan ikili test ve USG sonuçlarına göre riskli grupta olduğunun bildirildiği, hekimin her iki seçeneği hastasına detaylı anlatmasının uygun olduğu, amniosentez yapılmasının hasta ve hekimin müşterek tercihi olması gerektiği, amniosentez tetkikinde 1/100 oranında düşük riski bulunduğundan da gebeye anlatılması sonrası bu tercihin yapılabileceği, amniosentez yapılması durumunda down sendromu tanısının kesin olarak konulabileceği, Dr. .......' nin amniosentez kararı verilmesi öncesi yapılması gereken tetkikleri usulüne uygun yaptığı, bu sonuçların gebeyle yeteri şekilde değerlendirip değerlendirmediği ve amniosentez yapmama kararının müşterek alınıp alınmadığı hususunun mahkemenin takdirine bırakıldığı ..." yolunda görüş ve tespitlere yer verildiği görülmüştür.
Test sonuçlarının gebeyle yeteri şekilde değerlendirilip değerlendirilmediği ve amniosentez yapmama kararının müştereken alınıp alınmadığı hususlarının tartışılması;
Hasta Hakları Yönetmeliği'nin Sağlık Durumu İle İlgili Bilgi Alma Hakkı'na ilişkin üçüncü bölümünde yer alan " Bilgilendirmenin Kapsamı " 15. maddesine göre;Hastaya;a) Hastalığın muhtemel sebepleri ve nasıl seyredeceği,b) Tıbbi müdahalenin kim tarafından nerede, ne şekilde ve nasıl yapılacağı ile tahmini süresi,c) Diğer tanı ve tedavi seçenekleri ve bu seçeneklerin getireceği fayda ve riskler ile hastanın sağlığı üzerindeki muhtemel etkileri,ç) Muhtemel komplikasyonları,d) Reddetme durumunda ortaya çıkabilecek muhtemel fayda ve riskleri,e) Kullanılacak ilaçların önemli özellikleri,f) Sağlığı için kritik olan yaşam tarzı önerileri,g) Gerektiğinde aynı konuda tıbbî yardıma nasıl ulaşabileceği,hususlarında bilgi verilir.
Her türlü tıbbi girişimden önce, hastanın onamının alınması, kendi bedeni üzerinde kişilik hakkına sahip olan kişinin bu hakkına saygı gösterilmesinin sonucudur. Bu nedenle sağlık hizmeti almak üzere sağlık kuruluşuna başvuran her kişi, kendi beden ve ruhsal bütünlüğüne karşı girişilen her türlü girişimle ilgili bilgi alma hakkına sahiptir. İşte burada dikkat çekilen husus, hastanın kendisine uygulanma(ma)sı düşünülen tıbbi girişim için serbestçe karar verebilecek durumda olması gerekecektir. Bu durumun sağlanması ise hekim tarafından aydınlatmanın yeterliliğine bağlıdır. Hastanın aydınlatılması, kendi geleceği ile ilgili karar verebilme hakkının sağlanmasına hizmet edecektir.(POLAT, Oğuz; Tıbbi Uygulama Hataları, İstanbul, 2014, s. 46.) Aydınlatılmış onama ya da bilgilendirilmiş rızayı şöyle tanımlayabiliriz; hasta üzerinde uygulanacak medikal ya da cerrahi yöntemlerin riskleri, yararları, alternatifleri hususunda hekim tarafından yeterli düzeyde ve gerektiği şekilde açıklanmasından ve tıbbi uygulamanın hasta tarafından tereddütsüz şekilde anlaşılmasından sonra, hasta tarafından gönüllülük esasına dayalı olarak bu uygulamaların kabulüdür.
Geçerli bir rızadan bahsedebilmemiz için temel kriter; "hastanın neye rıza gösterdiğini bilmesi"dir.Nitekim rızanın hukuken geçerli olabilmesi için kişinin, sağlık durumunu, yapılacak müdahaleyi, etkilerini ve sonuçlarını bilmesi ve bu konuda yeteri kadar aydınlatılması gerekir.Aydınlatma yükümlüsü hekimdir. Bu hekim tedaviyi uygulayan hekim olmalıdır. Aydınlatma için hastanın hekimden talepte bulunmasına da gerek yoktur.Aydınlatma ile, hastaya muayene, tetkik ve tahliller neticesinde konulan tanı ve uygulanması düşünülen tıbbi girişimler ve var olan diğer tedavi yöntemleri hakkında bilgi verilmelidir. Bu noktada hekime düşen; tıbbi girişim ile ilgili olarak, girişimin türü, şekli, kapsamı, kesin sonuç verip vermeyeceği, muhtemel komplikasyonları içeren bilgileri hastaya vermektir. (POLAT, Oğuz; Tıbbi Uygulama Hataları, İstanbul, 2014, s. 46.)Yine Türk Tabipler Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kurallarının Aydınlatılmış Onam başlıklı 26. Maddesine göre; Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan onam, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir. Aydınlatma yükümlülüğü hekime aittir. Bu hekim tedaviyi uygulayan müdahaleyi yapan hekimdir. Yükümlülüğün hekime ait oluşu aydınlatma konusunda ispat külfetini de hekime yüklemektedir. Nitekim hekim özel hastane aleyhine açılan davada Yargıtay 13. Hukuk Dairesi tarafından 11.04.2013 tarih ve E:2013/2273, K:2013/9491 sayılı kararda; " ... Tıbbi hata olmayıp komplikasyon olduğu sonucuna varılırsa aydınlatılmış onamda ispat külfetinin davalılarda olduğu gözetilerek davalıların sorumlu olduğu kabul edilmeli ve hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmelidir. " denilmektedir.
Somut Olayın Değerlendirilmesi;Davacı taraf, elde edilen test sonuçları noktasında yeterince bilgilendirilmediklerini, amniosentez testi yapılması hususunda aydınlatılmadıklarını, aydınlatma yapılmış olsa idi risklerini de gözönüne alarak amniosentez testi yapılmasını isteyeceklerini ve test sonucuna göre gebeliği sonlandırma haklarını kullanacaklarını ifade etmiş dolayısıyla uygulamaların tıp kurallarıyla bağdaşmadığını ileri sürerek maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır. 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun'un Gebeliğin sona erdirilmesi başlıklı 5. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında ifade edildiği üzere; Gebeliğin onuncu haftası doluncaya kadar annenin sağlığı açısından tıbbi sakınca olmadığı takdirde istek üzerine rahim tahliye edilir. Gebelik süresi, on haftadan fazla ise rahim ancak gebelik, annenin hayatını tehdit ettiği veya edeceği veya doğacak çocuk ile onu takip edecek nesiller için ağır maluliyete neden olacağı hallerde doğum ve kadın hastalıkları uzmanı ve ilgili daldan bir uzmanın objektif bulgulara dayanan gerekçeli raporları ile tahliye edilir. Yine Rahim Tahliyesi ve Sterilizasyon Hizmetlerinin Yürütülmesi ve Denetlenmesine İlişkin Tüzük'ün " On Haftayı Geçen Gebelikte Rahim Tahliyesi " başlıklı 5. Maddesine göre; Gebelik süresi on haftayı geçen kadınlarda, rahim tahliyesi yapılamaz. Bu durumdaki kadınlarda, ancak, Tüzük'e ekli (2) sayılı listede sayılan hastalıklardan birinin bulunması halinde ve kadın hastalıkları ve doğum uzmanı tarafından rahim tahliyesi yapılabilir. Hastalığın, kadın hastalıkları ve doğum uzmanıyla bu hastalığın ilişkin olduğu uzmanlık dalından bir hekimin birlikte hazırlayacakları, kesin klinik ve laboratuvar bulgulara dayanan, gerekçeli raporlarla saptanması zorunludur. Rahim tahliyesini yapan hekim, bu raporu, ameliyenin sonucuyla birlikte en geç bir hafta içinde, illerde sağlık ve sosyal yardım müdürlüklerine, ilçelerde hükümet tabipliklerine göndermek zorundadır. Bu raporlar il sağlık ve sosyal yardım müdürlüğünde toplanır. Yine Rahim Tahliyesi ve Sterilizasyon Hizmetlerinin Yürütülmesi ve Denetlenmesine İlişkin Tüzük'e ekli (2) sayılı listeye bakıldığında " Down Sendromu"nun da sayıldığı görülmektedir.
Tüm bu açıklamalar ışığında, dosya kapsamında aydınlatmaya ilişkin belgeye rastlanmaması ve Adli Tıp Kurumu raporunda yer alan " bu sonuçların gebeyle yeteri şekilde değerlendirip değerlendirmediği ve amniosentez yapmama kararının müşterek alınıp alınmadığı hususunun mahkemenin takdirine bırakıldığı ..." ifadesi göz önüne alındığında davacıların yeterince aydınlatılmamış olmaları nedeniyle gebeliği sonlandırma haklarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.Bu durumda, bebeğin down sendromlu olarak dünyaya gelmesi ile hekimin uygulamaları arasında uygun illiyet bağı bulunmasa da aydınlatma yükümlülüğünün ihlali ile kendini gösteren davalı idare uygulamasının bünyesinde barındırdığı eksiklik nedeniyle manevi tazminat ödemesi gerekliliği açıktır. Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Kanun'un 49. maddesine uygun bulunan davacı temyiz isteminin kısmen kabulü ile İstanbul 6. İdare Mahkemesi'nin 10/02/2011 tarih ve E:2006/624; K:2011/190 sayılı kararının manevi tazminatın reddine ilişkin kısmının BOZULMASINA, maddi tazminatın reddine ilişkin kısmının ONANMASINA, bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 08/04/2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY(X):
Davacı tarafın temyiz isteminin reddiyle usul ve hukuka uygun bulunan İdare Mahkemesi kararının onanması gerektiği görüşüyle çoğunluk kararına katılmıyoruz.