T.C.

YARGITAY

1. HUKUK DAİRESİ

2014/17892 E.  ,  2016/5927 K.

 

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ


Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davacı ... yönünden davanın reddine; diğer davacılar yönünden davalı ... ve dahili davalı ... hakkındaki davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı ... ve dahili davalı ... vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...'ün raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ile mirasbırakan adına tescil istemine ilişkindir.


Davacılar, babaları olan mirasbırakan ...'ın paydaşı olduğu 1669 parsel sayılı taşınmazdaki payını vekaletname ile vekili (oğlu) olan ... aracılığıyla ara malikler kullanılmak suretiyle vekil ... oğulları olan davalı ... ve..aktarıldığını, ancak yapılan işlemlerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek davalıların üzerlerindeki tapu kayıtlarının iptali ile mirasbırakan adına tesciline karar verilmesini istemişler; yargılama sırasında ise davacılardan... davasından feragat etmiş; diğer davacılar.. vekaletnamenin davalı ...'ye taşınmazın mirasçılar arasında paylaştırmak için verildiği halde .. taşınmazı baldızı .. de vekilin çocukları olan davalılara temlik ettiğini, vekalet görevinin kötüye kullanıldığını bildirmiş; bilahare ... davaya dahil edilmiştir. 


Davalılar, çekişmeli taşınmazları 3. kişilerden satın aldıklarını belirtip davanın reddini savunmuşlardır. 


Dahili davalı ...'a dava dilekçesi tebliğ edilmemiştir. 


Mahkemece, davacı ... hakkındaki davanın feragat nedeniyle reddine; diğer davacılar .. yönünden davalı ... ve dahili davalı ... hakkındaki (ancak davalı ...'ın payına ilişkin olarak) davanın muvazaa olgusunun sabit olduğu gerekçesi ile kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1926 doğumlu mirasbırakan ...'ın 19.12.2003 tarihinde ölümü ile geriye mirasçı olarak çocukları davacılar .... ile dahili davalı ... ve dava dışı .... kaldığı, kadastro komisyon kararı işlemi ile 28.04.1989 tarihinde mirasbırakan ...'ın 1/4 oranında paydaş maliki olduğu 1669 parsel sayılı taşınmazdaki payını 12.06.1997 tarihli vekaletname ile vekili (oğlu) olan ... aracılığıyla dava dışı (aynı zamanda taşınmazda 1/64 oranında paydaş) olan ...'a 04.02.1998 tarihli satış akti ile temlik ettiği, Meryem'in de taşınmazdaki 17/64 payını eşit hisselerle dava dışı ... olan davalı ...'a 26.05.2008 tarihli satış suretiyle devrettiği, davalı ...'ın taşınmazdaki 2128/32047 payı.. 26.06.2008, 500/32047 oranındaki payı ... 04.07.2008, 200/32047 er payları ... 08.07.2008, 200/32047 payı .. 24.07.2008, 300/32047 payı.. 06.08.2008 tarihli satış suretiyle temlik ettiği, .. tekrar ... taşınmazdaki 12800/4102016 payını 15.10.2008 tarihinde satın alarak hisse tevhiti ile taşınmazdaki payının 61215/4102016 olduğu, bilahare taşınmazdaki 500/32047 payı .. 08.07.2009 tarihli satış aktiyle devrettiği ve böylece davalı ... adına 35615/4102016 payın kaldığı, ayrıca komisyon kararına istinaden 1/4 payın ise mirasbırakanın kardeşi ... mirasçıları (veraseten iştirak halinde ... ve arkadaşları) adına yazıldığı, iştirakin refi ile ...'ın taşınmazda 8/64 oranında pay sahibi olduğu ve onun ölümü ile mirasçılarına intikal ve taksim neticesinde mirasçılardan .. isabet ettiği, .. da taşınmazdaki payını ..16.04.2008, ...de taşınmazdaki payını murisin torunu .. olan davalı ...'a 25.11.2008 tarihli satış aktiyle temlik ettiği, .. taşınmazdaki 150/32047 şer payları .. ve 250/32047 payı isebby ..a 30.01.2009, 200/32047 payı .., 250/32047 payı..280/32047 payı ..e 13.02.2009, 35/32047 şer payları bb 17.03.2009, 100/32047 şer payları bb 20.04.2009, 190/32047 payı 08.12.2009 tarihli satış aktiyle bb temlik ettiği ve böylece davalı ... adına 49008503/1643113784 payın kaldığı, bilirkişi raporunda 49008503/1643113784 payın kayıt malikinin "..." yazılması yerine sehven "..." yazıldığı ve buna istinaden ...'ın davaya dahil edildiği anlaşılmaktadır. 


Hemen belirtilmelidir ki; bir kimseye dahili dava yoluyla taraf sıfatı kazandırılmayacağı gibi ıslah yoluyla da davanın tarafları değiştirilemez. Bu durumda, hakkında usulüne uygun dava bulunmayan ... hakkında (davalı ...'ın payına ilişkin olarak) hüküm kurulması doğru değildir.Esasen bu husus mahkemenin de kabulündedir.


Dahili davalı ... vekilinin öteki temyiz itirazları ile davalı ... vekilinin temyiz itirazlarına gelince;


6100 sayılı HMK. nun 26. ve 33.(1086 sayılı HUMK.nun 74 ve 76.) maddeleri hükümleri gereğince davada vakıaları bildirmek taraflara; bildirilen vakıalara göre hukuki sebepleri belirlemek ve buna uygun yasa hükümlerini uygulamak hâkime yüklenen bir görevdir. 


Eldeki dava, mahkemece, muvazaa hukuksal nedenine dayalı olarak nitelendirilmiş ise de; dava dilekçesinde belirtilen olgulardan ve ileri sürülen hususlardan, davanın vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal sebebine dayandırıldığı açıktır. Dilekçede ileri sürülen muvazaa sözcüklerinin bir bütün halinde temliki işlemlerin geçersizliğinin ileri sürülmesi amacına yönelik bulunduğu düşünülmelidir. Kaldı ki, davacılar  14.05.2012 tarihli dilekçe ile yaptığı açıklamada anılan temliki işlemlerin vekâlet görevinin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirildiğini ileri sürmektedir.


Bilindiği üzere; elbirliği (iştirak) halinde mülkiyet, yasa veya yasada belirtilen sözleşmeler uyarınca aralarında ortaklık bağı bulunan kişilerin, bu ortaklık nedeniyle bir mala veya hakka birlikte malik olma durumudur. 


4721 sayılı Türk Medeni Kanununun (TMK) 701 ila 703. maddelerinde düzenlenen bu tür mülkiyetin (ortaklığın) tüzel kişiliği olmadığı gibi eşya üzerinde ortaklardan her birinin doğrudan doğruya bir hakkı da yoktur. Mülkiyet bir bütün olarak ortaklardan tümüne aittir. Başka bir anlatımla ortaklık tasfiye oluncaya kadar ortaklardan birinin ayrı mal veya hak sahipliği bulunmayıp, hak sahibi ortaklıktır. Değinilen mülkiyet türünde malikler mülkiyet payları ayrılmadığından paydaş değil, ortaktır. Bu kural, TMK. nun 701. maddesinde (...Kanun ve kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir. Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır.) biçiminde açıklanmıştır. Elbirliği (iştirak) halinde mülkiyetin bu özelliği itibariyle ortaklar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmaktadır. Şayet yasa veya elbirliği (iştirak) halinde mülkiyeti oluşturan anlaşmada ortaklık adına hareket etme yetkisinin kime ait olacağı belirtilmemişse, ortaklığın tasfiyesini isteme hakkı dışındaki tüm işlemlerde ortakların (iştirakçilerin) oybirliğiyle karar almaları ve birlikte hareket etmeleri zorunluluğu vardır. 


4721 sayılı TMK. nun 702/2. maddesi bu yönde açık hüküm getirmiştir. Ancak, açıklanan kural yargısal uygulamada kısmen yumuşatılmış bir ortağın tek başına dava açabileceği, ne var ki, davaya devam edebilmesi için öteki ortakların olurlarının (onaylarının) alınması veya miras şirketine atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi gerektiği kabul edilmiştir. (11.10.1982 tarih 1982/3-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı) Nitekim bu görüş bilimsel alanda da aynen benimsenmiştir. 


Somut olayda, çekişme konusu taşınmazın terekeye iadesi isteği ile açılan davada elbirliği (iştirak) halinde mülkiyet söz konusu olup, dava dışı ortaklar bulunmaktadır.


Öte yandan;Mahkemece, dava konusu taşınmaz bakımından belirtilen hukuki sebebe yönelik bir inceleme de yapılmamıştır. 
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. 


Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 6098 sayılı TBK' nun 506/2. (818 sayılı BK' nun 390/2.) maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. 


Diğer taraftan, vekil ile sözleşme yapan kişi Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. 


Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.


Hal böyle olunca, öncelikle davaya katılmayan ortakların olurlarının alınması yada miras şirketine 4721 sayılı TMK. nun 640. maddesi uyarınca atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi, böylelikle davanın görülebilirlik koşulunun yerine getirilmesi; ondan sonra yukarıda açıklanan ilke ve olgular uyarınca araştırma ve inceleme yapılması, taraf delillerinin toplanarak hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken davanın görülebilirlik koşulu gözardı edilerek ve hatalı hukuki nitelendirme ve noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmadığı gibi davalı ... hakkında olumlu veya olumsuz bir karar verilmemesi (hakkında usulüne uygun dava bulunmayan ... hakkında ancak davalı ...'ın payına ilişkin olarak karar verilmesi) de isabetsizdir.


Kabule göre de; taşınmazdaki çekişmeye konu paylar üzerinden mirasbırakan ...'ın mirasçıları adına payları oranında iptal-tescile karar verilmesi gerekirken çekişmeye konu paylara isabet eden yüzölçümleri üzerinden ve diğer mirasçıların paylarını da kapsar şekilde davacılar adına tescile karar verilmiş olması ve tebligat yapılmaksızın (savunma olanağı tanınmadan)... hakkında hüküm kurulmuş olması da doğru değildir. 


Davalı ... ve dahili davalı ... vekilinin bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile yerel mahkeme kararının açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 11.05.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. 

 

 

31 Ağustos 2018 Cuma
© 2024 AS-Hukuk Tüm Hakları Saklıdır.