T.C.

YARGITAY

1. HUKUK DAİRESİ        

 2016/1369 E.  ,  2016/4859 K.

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ


Taraflar arasındaki davadan dolayı ... Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 17.04.2013 gün ve 2010/196 Esas - 2013/120 Karar sayılı hükmün onanmasına ilişkin olan 02.07.2015 gün ve 2824-9677 sayılı kararın düzeltilmesi süresinde davacı vekili tarafından istenilmiş olmakla, dosya incelendi gereği görüşülüp düşünüldü:

-KARAR-

Dava; tapu iptali ve tescil, mümkün olmadığı takdirde bedel isteğine ilişkindir.


Davacı; dava dışı ... ile onun oğulları olan davalı ... ile dava dışı ...'tan 2000 yılında borç para alıp karşılığında senetler verdiğini, senet bedellerini araç ve dolar vermek suretiyle ödediği halde, senetlerinin iade edilmediğini, ...'ın .... İcra Müdürlüğü'nün 2001/2469 ve 2001/7719 sayılı dosyalarda senetleri icra takibine konu yaptıklarını, bu aşamada alacaklılarla yaptığı görüşmede; çekişmeye konu taşınmazların teminat olarak verilmesi halinde icra dosyasından satış yapmayacaklarını, kalan borç bitince taşınmazları iade edeceklerini bildirdiklerini, bunun üzerine, dava konusu 4 adet taşınmaz için zorunlu olarak .... Noterliğinden 28/12/2006 tarihli 6407 ve 6406 yevmiyeli düzenleme şeklindeki vekâletnameyle ...'nin yakını olan davalı ...'ı vekil tayin ettiğini, vekil ...'ın ise çekişmeye konu 1573 ada 9, 1619 ada 61, 1583 ada 15 ve 203 ada 6 parsel sayılı taşınmazlarını son derece düşük bir bedelle ...'a satış suretiyle temlik ettiğini, ...'un da bu taşınmazlardan üç adedini diğer davalılara aktardığını ileri sürerek, tapuların iptali ile adına tescile, mümkün olmaz ise bedellerinin tahsiline karar verilmesini istemiştir. 


Davalı ...; iddiaların doğru olmadığını, davacının iflas ettiğini, teminat maksadıyla temlik iddiasının yazılı belge ile ispat edilmesi gerektiğini, tanık dinletilmesine muvafakat etmediğini, davalı ...; davacı ve diğer davalılarla herhangi bir ticari ya da şahsi bir ilişkisinin bulunmadığını, davaya konu taşınmazı tamamen iyiniyetli olarak tapu siciline güvenerek satın aldığını, davalı firma; davacı ve davalı ... arasındaki anlaşmazlıklarla ilgisinin olmadığını, taşınmazı tüm paydaşlardan kat karşılığı aldığını, başka taşınmazlarla birleştirerek üzerine inşaat yaptığını, iyiniyetli olduğunu, davalı ...; davacının, kardeşleri ve annesi ile birlikte paydaşı olduğu dava konusu 1583 ada 15 parsel sayılı taşınmazdaki payını borçları nedeniyle sattığını, davalı ...'nın satışa çıkartması üzerine de yabancıya gitmemesi için satın aldığını, iyiniyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuşlardır.


Davanın niteliği itibariyle, inançlı işlem ve muvazaa hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmazsa bedelin tahsili davası olduğu, 05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı doğrultusunda davacının inançlı işleme yönelik iddiasını yazılı belge ile ispat edemediği, davalı ...'ın da vekalet görevine aykırı davranmadığı gerekçesi ile davanın reddine dair verilen karar, Dairece; "Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve özellikle davada, vekalet görevinin kötüye kullanılması iddiası yönünden, vekaletin, davacının iradesine aykırı olarak ve zararlandırma kastıyla kullanıldığı iddiası kanıtlanamadığına göre; davacının temyiz itirazlarının yerinde olmadığı '' gerekçesi ile hüküm onanmış, davacı vekili karar düzeltme talebinde bulunmuştur. 


Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; çekişmeye konu 1619 ada 61 nolu parsel ile 1583 ada 15 nolu parselin tamamı, 1573 ada 9 nolu parselin 240/768 payı ve 203 ada 37 nolu parselin (geldisi 6 parsel) 1/2 payı davacı adına kayıtlı iken, vekili Bayram'ın anılan taşınmazları 30.05.2007 tarihinde satış suretiyle davalı ...'a devrettiği, dayanak 28.12.2006 tarihli 6406 ve 6407 yevmiye numaraları vekaletnamelerde açıkça dava konusu parsellerin davalı ...'ya satışı konusunda yetki ve görev verildiği, 61 nolu parselin davalı ... adına, diğer taşınmazların ise devirler sebebi ile diğer davalılar adına kayıtlı olduğu anlaşılmaktadır. 


Hemen belirtmek gerekir ki; olayları bildirmek taraflara, hukuki nitelemeyi tespit ederek uygulanacak kanun hükmünü bulup tatbik etmek hakime aittir.


Somut olayda; dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden; davanın inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı olduğu, davalı ...'a verilen vekâletin de bu işlemin bir parçası olduğu açıktır. Esasen iddianın inançlı işleme dayalı olduğu mahkemenin de kabulündedir. 


Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder. 
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. 


Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır. 


İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraflarına Türk Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.


Burada üzerinde durulması gereken husus, taşınmaz mallar yada şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla, sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.


Uygulamada mesele, 5.2.1947 tarihli 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.


Somut olaya gelince; davacının iddiasını yazılı delil veya delil başlangıcı ile ile kanıtlayamadığı, yemin deliline dayandığı ancak mahkemece yemin delilinin de kullandırılmadığı açıktır.


Ne var ki; davacının şikayeti üzerine dava konusu olaylarla ilgili davalılar ... ve ... ile dava dışı ..., ... ve ... hakkında yürütülen soruşturma kapsamında davalı ...'nın müdafisi huzurunda ... Şube Müdürlüğünde vermiş olduğu 02.09.2010 tarihli ifadesinde açıkça davacıdan bahisle; ''... şahıs senedin ödeme tarihinde borcunu ödemedi, aradan yaklaşık 3-4 yıl geçti, biz paramızı alamayınca avukatımız aracılığı ile senedi icraya koydurduk, bu sırada ... İlçesinde şahısla ilgili biraz araştırma yaptık, çevreden şahsın hiç bir malvarlığı olmadığını, ayrıca dolandırıcı olduğunu öğrendik, aradan yine uzun bir süre geçtikten sonra avukatımız, ...'ya babasından miras kaldığını öğrenmiş, biz de bunun üzerine şahısla irtibat kurduk ve görüşme yapmak istedik, yine tarihini hatırlayamadığım bir zamanda ... İlinde şahısla buluştuk ve kendisine kalan malvarlıklarına ait vekâlet vermesini istedik, borcunu ödediği takdirde de vekâletleri geri iade edeceğimizi bildirdik, şahısta bunu kabul etti ve şahısla beraber .... Noterliğine gittik, Notere gittiğimizde yanımızda dayım olan ... vardı, ...'da dayım ...'ya hatırladığım kadarıyla 3 veya 4 adet vekâlet verdi, biz de şahsa borcunu ödemesi için yeni bir süre verdik, şahıs yine bu süre içerisinde borcunu ödemedi, bir seferinde de avukatımızdan süre aldı, yine şahıs borcunu ödemedi, bir müddet sonra babam ... isimli şahsı telefonla aradı ve borcunu ödemediği için 2 adet tarla ve 1 adet yıkık evi satacağımızı söyledi, yine bir müddet sonra sözkonusu tarlalar ile evi ben kendim satın aldım...'' şeklinde beyanda bulunmuştur.


Davalı ...'un anılan bu beyanının maddi vakayı kabul anlamına geldiğinde kuşku yoktur. Öyleyse, dava konusu taşınmazların vekil eli ile davalı ...'a inanç sözleşmesi kapsamında temlik edildiğinin kabulü gerekir.


Ancak, davacının karşılıklı edimler içeren inanç sözleşmesine dayanarak taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tescilini isteyebilmesi için 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 97 maddesi, (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 81. maddesi) hükmü uyarınca öncelikle kendi edimini yerine getirmesi zorunludur. 


O hâlde; öncelikle davacının ne kadar borcu olduğu belirlenerek, tüm borcunu ödeyip ödemediğinin açıklığa kavuşturulması, ödenmeyen borcunun bulunduğunun tespit edilmesi halinde 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 97. maddesi (818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 81. maddesi) hükmü gereğince borcu mahkeme veznesine depo etmesi için davacıya önel verilmesi, depo edilmesi halinde davalı ... adına kayıtlı 1619 ada 61 parsel sayılı taşınmaz bakımından iptal ve tescil isteğinin kabul edilmesi, diğer taşınmazlar bakımından ise kayıt maliki diğer davalıların ikinci el konumunda bulunmaları sebebi ile Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanıp yararlanamayacakları belirlenerek, iyiniyetli olmadıklarının saptanması halinde onlar bakımından da iptal ve tescil isteğinin kabulüne karar verilmesi, yok şayet iyiniyetli iseler davacının terditli bedel isteği bakımdan değerlendirilme yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir. 


Anılan bu hususlar davacı vekilinin karar düzeltme isteği üzerine yeniden yapılan inceleme sonucu anlaşıldığından, karar düzeltme isteğinin HUMK'nin 440. maddesi gereğince kabulüyle, Dairenin 02.07.2015 gün ve 2015/2824 Esas, 2015/9677 Karar sayılı ONAMA kararının ORTADAN KALDIRILMASINA, yerel mahkemenin 17.04.2013 tarihli, 2010/196 Esas-2013/120 Karar sayılı hükmünün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 21.04.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 

 

31 Ağustos 2018 Cuma
© 2024 AS-Hukuk Tüm Hakları Saklıdır.