21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun "Tanımlar ve kısaltmalar" kenar başlıklı 3. maddesinde "sit alanı", "tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli medeniyetlerin ürünü olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimari ve benzeri özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntıları, kültür varlıklarının yoğun olarak bulunduğu sosyal yaşama konu olmuş veya önemli tarihi hadiselerin cereyan ettiği yerler ve tespiti yapılmış tabiat özellikleri ile korunması gerekli alanlar" olarak tanımlanmıştır.  Yine aynı maddede "Doğal (tabii) sit alanı" ise "; jeolojik devirlere ait olup, ender bulunmaları nedeniyle olağanüstü özelliklere sahip yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan korunması gerekli alanlar" olarak açıklanmıştır.

 

İnsanlık tarihinin bir ürünü olan ve insanlığın ortak mirası olarak kabul edilen kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına devletler tarafından büyük önem atfedilmekte,  bu koruma Anayasal ve yasal düzenlemeler ile sağlanmaya çalışılmaktadır. Nitekim ülkemizde yasa koyucu, 2683 sayılı Kanun ile bu hususta düzenlemeler getirerek, kültür ve tabiat varlıklarının tespiti ve muhafazasını sağlamaya çalışmıştır.

 

Hal böyle iken tapulu bir taşınmazın sonradan 1. derece doğal sit alanı olarak tescil edilmesinin malik açısından birtakım külfetleri beraberinde getirdiği de yadsınamaz bir gerçektir. Nitekim taşınmazın sonradan doğal sit alanı ilan edilmesi sebebiyle malikin taşınmaz üzerinde mülkiyet hakkından doğan bir kısım hak ve yetkilerinin kısıtlanması söz konusu olmaktadır.  2863 sayılı Kanun ve ilgili mevzuat hükümleri, mülkiyetin kullanımına birtakım sınırlamalar getirdiği gibi mülkiyet hakkı kapsamında taşınmaz üzerinde gerçekleştirilmesi mümkün bir kısım faaliyetlerin yerine getirilmesini de belli şartlara bağlamaktadır. Anayasa Mahkemesi de incelediğimiz iş bu kararında, taşınmazın kültür varlığı olarak tescili şeklinde gerçekleşen ve taşınmazın kullanım şekli, muhafazası, yapılabilecek inşai ve fiziki muameleler ve benzer yönlerden kısıtlamaları da beraberinde getiren eylemlerin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini değerlendirmektedir.

 

Anayasa Mahkemesi incelememize konu olayda;

 

-Başvurucu taşınmaz malikinin  payının olduğu taşınmazın 1. Derece doğal sit alanı olarak kaldığı yaklaşık 4 yıl 11 aylık dönemde -kısıtlılık sebebiyle - uğradığı zararların giderilmemiş olmasının başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediğini,

 

-Bu bakımdan müdahalenin kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu ve müdahalenin ölçülü olmadığını ,

 

-Derece mahkemelerinin maddi ve manevi tazminata ilişkin koşulları oldukça dar ve sadece kasta varan kusur ile sınırlı olarak yorumlamasının mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olmasına yol açtığını,

 

-Nihayetinde başvurucu taşınmaz malikinin  Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

 

Söz konusu Anayasa Mahkemesi kararı, sitemizin "Güncel İçtihatlar- AYM kararları" bölümünde yayınlanmıştır.

 

Av. Musa ADIYAMAN

(Sakarya Barosu)

 

29 Kasım 2019 Cuma
© 2024 AS-Hukuk Tüm Hakları Saklıdır.